GEZDİKÇE YAŞAYAN TARİH

ERZURUM


   İpek Deniz’e yanına sadece sırt çantanı al, çok eşya alma, atkını ve montunu al, kalın giyin, kar botlarını unutma, hazırlığını yap Erzurum’a oradan da Kars’a gidiyoruz dedi. Deniz heyecanlanmıştı. Çok uzun zamandır gitmek istediği yerlerden biriydi oralar. Yola çıkmadan bir gece önce İpek Deniz’e uğradı hazır mısın diye sormak için. Hazırım tabi dedi Deniz. üç ayrı sırt çantasıyla girdi içeri. İpek başladı gülmeye. Sen komedi misin bir sırt çantası yeter sen kaç tane almışsın öyle boşalt hepsini düzenleme yapalım birlikte dedi. Çantayı birlikte düzenlediler.

   Hazırlıklarını yaptılar otobüs firmasının önünde buluştular. Hazır mısın dedi İpek. Tabi ki her zaman hazırım dedi Deniz.

   Uzun bir otobüs yolculuğu onları bekliyordu. İpek hiç sevmezdi otobüs yolculuklarını, eğer gidilecekse arabayla gitmeyi tercih ederdi çoğunlukla. Fakat hava oldukça soğuk, hava ayaza çalıyor ve kar yağıyordu. Yollarda problem olabilme ihtimaline karşı risk almak istemediler. Otobüs yolcuğuna alışık olmadıkları çok acemice davranmalarından belliydi. İlk uzun molada çay içmek için indiler otobüsten. Keyifle çaylarını içtiler. Deniz lavaboya gitmek istediğini söyledi. Acele etmesi gerekiyordu. Zaman daralmıştı. Hızlı ol dedi İpek. Otobüsün kalkma zamanı gelmiş Deniz hala ortalarda görünmüyordu. İpek şoför’ e biraz daha beklemesi için rica etti. O sırada Deniz’i aradı telefonla. Neredesin otobüsü zor durduruyorum seni bekliyoruz. Ben otobüse bindim şimdi dedi Deniz. İpek sağına soluna baktı kimse yoktu. Yanlış otobüse binmişsin in hemen dedi Deniz’e. Aşağıya indi Deniz hangi otobüsten inecek diye bekliyordu. Biraz ilerlemiş otobüslerden birinden indi Deniz. Kocaman gözleri daha da büyümüştü. Biraz endişe biraz da korku vardı yüzünde. Şaşkın gel buraya diye seslendi İpek. Deniz koşa koşa geldi. Hay Allah ya dikkat etmemişim dedi. Otobüs’ e binip yolculuğa devam ettiler. Yol boyunca Deniz, İpek’in göğsünde uyudu. İpek kitap okuyor, ara sıra telefona bakıyor, zaman zaman da etrafı seyrediyordu. Yolda öğretmenevini aradılar fakat yer olmadığını öğrendiler Deniz biraz telaşlanmıştı. İpek sakin bir şekilde orası olmazsa başka yer buluruz dedi. Deniz biraz daha stresliydi. Yer boşalması ihtimaline karşı tekrar dönüş yapmalarını istemişti İpek. Bu arada internetten başka kalacak yerleri araştırıyorlardı. Aradan yarım saat geçmişti ki Erzurum öğretmenevinden dönüş oldu. Yer iptali olmuş. Yerleri hazırdı artık.

  Sabah saatlerinde inmişlerdi otobüsten. Bir taksi tutup Erzurum öğretmenevinin önünde indiler. İpek çok yorgun olduğunu 2 saat kadar yatmak istediğini söyledi. Hemen yerleştiler kalacakları yere. Üzerimde kocaman bir kütle ile yolculuk yaptım malum dedi gülerek. Deniz hiç oralı olmamıştı. Bir saat kadar dinlendikten sonra hazırlanıp etrafı keşfetmeye çıktılar.

   İpek Erzurum’un tarihini daha gitmeden önce araştırmıştı. Günümüzde açık hava müzesini andıran bir şehirdeydiler.1919 tarihinde yapılan Erzurum kongre binasını görmek için sabırsızlanıyordu. Günümüzde Erzurum olarak bilinen şehrin ilk ismi Doğu Roma İmparatoru 2. Theodosius Theodosiopolis, Ermeniler ise Karain, Araplar ise Kalikala olarak anıyordu.11.yüzyıl sonrası Erzen adı kullanıldı. Selçuklular tarafından şehrin adı Erz-i Rum olarak yazıldı. Zamanla Arz-ı Rum olarak ifade edilmeye başladı. Sonunda günümüzdeki ismini aldı. Erzurum kış turizminde en önemli yeri alan ilimizdir.

     İlk olarak Palandöken kayak merkezine gitmek için yola koyuldular. Doğal Çevre Özellikleri Kış turizmi hareketleri bakımından Türkiye’nin birinci derecede önemli kayak alanlarına ve 3185 m zirveye sahip olan Palandöken Dağları, Erzurum ilinin güneyinde yer almakta ve doğu– batı yönünde uzanmaktadır. Palandöken dağları yaklaşık 70 km uzunlukta, 30 km genişlikte bir alanı kaplamaktadır. Dağların yükseltileri tabanda 2000 m’den başlayarak 3176 m’ye kadar çıkmaktadır. Palandöken Dağları’nın en yüksek noktasını oluşturan Büyük Ejder Tepesi 3176 m, Küçük Ejder Tepesi ise 3095 m ile Erzurum şehir merkezinin güneyinde ve Hınısboğazı kayak alanı güney sınırında yükselmektedir

Orta yükseklikte bir sıradağ görünümü sunan Palandöken Dağları, genel olarak korunaklı vadiler ve ağaçlandırma alanları dışında çoraktır. Bozkır ve çalılar genelde örtüsünü oluştururlar. Erozyonun yüksek olması sonucu, dik yamaçların aniden beliren düzlüklerle karıştığı bir topoğrafik yapı ortaya çıkmıştır. Daha da yukarılara çıktıkça topoğrafya, geniş çanaklar ve koni şekilli doruklarla nitelik değiştirmektedir.

Erzurum, sıradağlarla çevrili ve soğuk iklime sahip bir yerleşim yeridir. Erzurum’un uzun süreli kış turizmine olanak sağlayan etmenlerden biri de şüphesiz sahip olduğu iklim özellikleridir. Erzurum’da yüksek rakım sebebiyle biyoklimatik konfor sağlayan ve performans arttırıcı etkisi bulunan bir iklim mevcuttur. Palandöken kış turizmi merkezinde mevsim “150 gün/yıl” olup Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan aylarını kapsamaktadır. Normal kış koşullarında kayak alanlarında kar kalınlığı 2 m’yi aşmaktadır. Kar kalitesi, kayak sporu etkinliği için oldukça önemlidir. Nitekim kar örtüsünün turistik amaçlı bir gelir kaynağı potansiyeli oluşturabilmesi için, buz-kar veya ıslak kar biçiminde değil kristal kar biçiminde düşmesi gerekir. Palandöken’de kar kalitesi, çok yüksek olmakla beraber fiziki yapısından kaynaklanan toz kar kalitesine sahiptir.

   Kayak pistine çıkabilmek için biletlerini aldılar. Lift taşıyıcı sistem yaklaştı İpek hadi bu kabine biniyoruz dedi. Deniz ben korkuyorum dedi. O sırada kabin geçmişti. Korkma dedi İpek ben seni tutacağım bir sonrakine atlayacağız hemen. Denizin ellerinde tuttu ve kabine atladılar. Teleferikte oturuyorlardı artık. Deniz sakinleşmişti o sırada bir türkü tutturdu. Birlikte türküler söyleyerek zirveye çıktılar. Oturup sıcacık çaylarını içerken muhteşem doğal güzelliği keyifle seyre koyuldular. Kayak yapmayı bilmedikleri için herhangi bir deneyime yaklaşmadı her ikisi de.Deniz hadi inelim acıktım artık dedi. Tamam dedi İpek kalkıyoruz seni muhteşem bir yerde kahvaltı yapmaya götüreceğim.

    Görmek istedikleri diğer yer tarihi Erzurum evleri olmuştu. İçerisi muhteşemdi. İpek kahvaltı yapılıyor mu burada diye sordu orada görevli kişiye. Evet karşılığını aldığında güzel bir köşeye oturdular etrafı seyre daldılar. Bir yandan kahvaltılarını yapıp çaylarını yudumluyorlar, diğer yandan gün içinde nereleri gezeceklerini planlıyorlardı. Oldukça keyifli bir kahvaltıyı tarihi bir yerde yapmış olmanı mutluluğu her ikisinin yüzünden okunuyordu. Tarihi Erzurum evlerinin her köşesini inceleyerek keyifle gezdiler. Oradan çıktıktan sonra hemen arkasındaki sokakta bulunan Üç Kümbetlere doğru yol aldılar. Üç kümbetler Erzurum’un gizli tarihi hazinelerinden , Anadolu’nun en güzel anıt mezar örneklerinden biriydi. En büyüğü Emir Saltuk’a ait diğer kümbetlerin ise kimlere ait olduğu bilinmiyormuş. Çok güzel görünüyorlardı. Emir Saltuk Kümbetinin giriş kapısının üstünde geometrik bezemeler ile yapılmış çiçek ve hayvan figürleri vardı. İpek her köşede fotoğraf çekinmek istiyor Deniz bu durumdan çok sıkılıyordu.

  Üç Kümbetlerden ayrıldıktan sonra karlı yollarda dikkatle yürümeye çalışarak Çifte Minareli Medrese’ ye doğru ilerlediler. Muazzam bir hikayesi vardı Çifte minareli medresenin.Her ikisini heyecanla dinlemişlerdi.

Erzurum’un sembollerinden biri olan Çifte Minareli Medrese’nin bir kitabesi olmadığı için, yapılış tarihine ilişkin net bir bilgi bulunmamaktadır. Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat’ın kızı olan Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olma ihtimalinden dolayı “Hatuniye Medresesi” de denilmektedir

Çifte Minareli Medrese’nin yapılışı ile ilgili olarak başat iki efsane bulunmaktadır.

1) Bilge Seyidoğlu’nun Erzurum Efsaneleri adlı kitabına da alınan bu iki efsaneden ilkine göre: Çifte Minareli Medrese’yi Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat kızı için yaptırmaya başlamış, ancak bir savaş için yola çıkıp savaş sonucunda da sultan şehit düşünce medresenin yapımı yarım kalmıştır. Aynı rivayet içinde yer alan bir detay olarak sultanın şehadeti dolayısıyla medresenin inşasında çalışan mimarlar, ustalar ve kalfaların emeklerinin karşılığını alamayınca işlerini bırakarak ayrıldıkları yönündedir. Böylece medresenin inşası da yarım kalmıştır.

2) Yine Bilge Seyidoğlu’nun kitabında gördüğümüz ve çokça bilinen ve söylenen İkinci efsaneye göre ise; medresenin inşasında görev alan bir usta ile çırağı arasında geçen bir olay anlatılmaktadır. Meşhur çifte minarelerin biri usta biri de çırağı tarafından yapılmaktadır ve çırağın işi zamanla ustasından daha gösterişli bir şekil almaktadır. Gerçekten de ustanın yaptığı sağ minareye göre sol minare daha sade ve daha kolay işçilikli bir halde yükselmektedir. Sadelikle çalışan usta bunun farkına varmış, gerçi çırağını da biraz kıskanmış ama bu hususta fazlaca da konuşmamış belki konuşmayı gururuna yedirememiş. Nihayetinde yaptığı işin farkında olan çırak da giderek bir gurura kapılıp ustasını geçtiğine ve kendisinin ondan daha da usta olduğuna inanmaya başlamış. Zira yükselen minarelere bakan halk da daha çok çırağın işini seyredermiş. Rivayet göre çok sıcak bir günde yine minarelerde çalışma devam ederken bu gurur içindeki çırak, öteki minarede çalışan ustasına seslenerek su ister olmuş. Bu hal karşısında gururu incinen ve çokça üzülen usta; yüzyıllardan beridir çokça söylendiği şekilde; “Usta idim oldum şegirt, Al bardağı suya seğirt.” diye eseflenerek kendisini minareden aşağıya atmış. Bunu gören çırak ise hataını fark edip, bu hale daha da fazla üzülerek “Ustam gitti ben ne dururum?” diyerek peşi sıra o da kendini diğer minareden aşağıya atmış. Çalışan işçiler bu olaya çok üzülmüşler ve işi yarım bırakarak gitmişler. Böylece minarelerin inşası da yarım kalmış. O günden bugüne tamamlanmamıştır.

Bahse konu bu rivayeti destekleyen birtakım mimari ve ustalık farkları bu tarihi yapıda göze çarpmaktadır. Çifte Minareli Medrese’nin sağ yarısı çırak, sol yarısı ise usta tarafından yapılmıştır. Sağ yarısındaki sütunlar, duvar kenarları ve diğer detaylar daha işlemeli ve gösterişli iken, sol yarısı sadedir.

Çifte Minareli Medrese hakkında Evliya Çelebi’nin şu sözleri ise oldukça manidardır; “Bu cami termim / tamir edilse kürre-i arzda misali bulunmaz bir eser olur.”

   Çok keyif aldıkları bir anlatımın ardından sokaklarda ilerliyorlardı. Deniz ben çok acıktım sen hala acıkmadın mı dedi. İpek hemen yolda ilerleyen bir kişiyi durdurup burada en lezzetli cağ kebabı nerede yapılır diye sordu. İlerde ki bir dükkanı işaret etmişti sordukları kişi. Deniz önce kebabın yanına geçip sanki kesiyormuş gibi yapıp fotoğraf çektirdi. Sonraya yemeğe başladılar yedikçe şişler geliyordu. İpek üçüncü şişte benim için yeterli dedi. Deniz en son sekizinci şişe geldiğinde kebap yapan usta yaklaştı helal olsun sana dedi Deniz’e şimdiye kadar dört ten fazla şiş yiyen kadın olmamıştı. Tebrik ediyorum dedi. Deniz şaşkın şaşkın bakarken İpek kahkaha atıyordu. Kadayıf dolması ister misiniz diye sorduklarında İpek sipariş verdi ardından Deniz ben de istiyorum dedi. Çatlayacaksın saçmalama dedi İpek. Bir şey olmaz yiyeceğim dedi Deniz. Birer kadayıf dolması yiyim çaylarını içtiler. Dışarı çıktıklarında gece düşmüş kar yağmaya başlamıştı. Kalacakları yere gitmeden önce merkezdeki minarelerin ve yolların ışıklarına hayranlıkla baktılar. Yürüyüşlerine eşlik eden karla birlikte kalacakları yere doğru ilerlediler. Odalarına girdiklerinde hem yorgun hem de üşümüş hissediyorlardı. Hemen üzerlerini değiştirip dinlenmeye geçtiler.

                                                                                                                             ZEHRA AYDIN